Duygusal Ensest: Ebeveynler Çocuklarını Partner Yaptıklarında
"Duygusal ensest" (örtük ensest olarak da bilinir) ebeveynin bir yetişkinle deneyimlemesi gereken duygusal desteği çocuğu üzerinden edinmeye çalıştığı bir ebeveynlik dinamiğidir. Duygusal ensestin etkileri fiziksel ensestin sonuçlarına benzese bile bu terim cinsel istismarı içermez. Gelişimsel olarak çıkmazda olan kişilerle terapide çalışırken, çocukken ebeveynlerinin dert ortağı veya duygusal destek için döndükleri kişi olduklarını çok kez duydum. Bu konuma sokulan çocuklar özel veya ayrıcalıklı hissedebilir çünkü ebeveyn onlara yetişkin bilgileri paylaşıyor ve/veya destek için danışıyor, yakınlık hissi uyandırıyor. Fakat, çocuğun ihtiyaçları ebeveyninkiler karşısında görmezden geliniyor ve bunun uzun dönemde ağır gelişimsel sonuçları olabilir. Ebeveynlerle çocuklarının yakın olması tabii ki istenen bir durum fakat sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkilerinde ebeveynler çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına öncelik verir. Çocuklar ebeveynlerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak durumuna sokulduğunda, esasında çocukların ebeveyn olduğu sağlıksız bir dinamik oluşur. Çocuklar duygusal olarak terk edilmiş ve çocuklukları onlardan çalınmış olur.
Unutulmamalıdır ki, çoğu durumda, duygusal ensest dinamiğini teşvik eden ebeveynler davranışlarının sonuçlarının farkında değildir ve çocuklarına zarar vermek niyetinde değildir ama sonuçları ve yaraları aynıdır.
Devamını oku: Duygusal Ensest: Ebeveynler Çocuklarını Partner Yaptıklarında
İnsanın Doğası ve Savaş - Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar
I. Dünya Savaşı’nın 100. Yılında Savaş ve Toplum “Eve Dönen Asker” konulu uluslararası kongrenin açılışı, 12 Eylül 2018 tarihinde İstanbul Üniverstesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda gerçekleştirildi.
Açılış konuşmaları ve plaket takdiminin ardından İÜ Edebiyat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar “İnsanın Doğası ve Savaş” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.
Devamını oku: İnsanın Doğası ve Savaş - Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar
Kanayan Ruhlar
İnsan olarak kendi ruhsal bütünlüğümüzün yanı sıra yaşam boyunca diğer bireylerle kurduğumuz ilişkilerde ortak bir şekilde inşa edilen ruhsal ilişkilerimiz de vardır. Bunu özellikle psikolojide kimi kuramcılar (John Bowlby, Wilfred Bion, Donald Winnicott gibi) yaşamları boyunca yaptıkları çalışmalarla bizlere açıklama ihtiyacı duymuşlardır. Yoksa bizler, bir insan yavrusunun annesinin gözbebeklerindeki ışıltıdan; sevilen, değerli bir varlık olduğunu anlayabildiğini nasıl öğrenebilirdik… Özellikle anne-bebek ilişkisi ile temelleri atılan ilk ruhsal ilişkimizin bu şemaları, daha sonraki yetişkin çağdaki kurduğumuz ilişkilerin de temeli oluyor ve yeni yeni ruhsal ilişkilerle de bu şemalar daha da gelişmeye devam etmektedir.
Günümüzde özellikle ikili flört ilişkilerinde meydana gelen bedensel yaşantıların yanı sıra acaba bu iki kişiliğin ruhsal ilişki dünyasında da her zaman her şey yolunda mıdır? Çiftler bu ruhsal ilişkiyi korumak adına nasıl bir çaba harcamaktadırlar? Bozucu bir faktör olarak niteleyebileceğimiz aldatmak, bu ruhsal ilişkiyi en derinden sarsan bir gelişmedir. Karşılıklı güven bağı içerisinde kurulduğunu düşündüğümüz bir ilişkide, bir tarafın diğer tarafı çeşitli nedenlerle ve özellikle de cinsel ilişki yaşantısı ile başka bir bireyle aldatması çoğu durumda her ne kadar gizli olarak yapılmış bir eylem olsa bile, ilişkiye inen bu darbe o ilişkinin ruhuna da yapılan bir tecavüz değil de nedir?
İlk Nesne İlişkimiz: MEME
Bütün çalışmalarımda, çocuğun ilk nesne ilişkisine -annenin memesi ve annesiyle ilişkisine- büyük önem verdim. Vardığım sonuç şuydu: Eğer bu içe yansıtılan ilksel nesne ben'de yeterince güvenli bir biçimde kök salabilirse, olumlu bir gelişimin temelleri de atılmış olur. Bu bağın kuruluşuna doğuştan gelen etkenler de katkıda bulunur. Oral itkilerin egemen olduğu bir durumda, meme de, içgüdüsel bir biçimde, besin kaynağı ve dolayısıyla daha derin bir anlamda yaşamın kaynağı olarak algılanır. Eğer her şey yolunda giderse, doyurucu memeyle bu zihinsel ve fiziksel yakınlık, yitirilmiş olan o doğum öncesi anne-bebek birliğini ve buna eşlik eden güven duygusunu bir ölçüde yeniden kurar. Bu, çocuğun memeye ve onun simgesel temsilcisi olan şişeye yeterince yatırım yapma yetisine bağlıdır büyük ölçüde; bu gerçekleştiğinde, anne de sevilen nesne haline gelir. Doğum öncesi durumda çocuğun annenin bir parçası olması, ona bütün ihtiyaç duyduklarını ve arzuladıklarını verebilecek kendi dışında bir şeyin bulunduğu yolunda bünyesel bir duygu da yaratmış olabilir çocukta. Böylece iyi meme içe yansıtılır ve benin bir parçası olur; başlangıçta annenin içinde olan çocuk şimdi anneyi kendi içinde taşımaktadır.
Ruhsal Kordon
Ebeveynin çocuktan beklentileri ve çocuğa yönelik yansıtmaları kimi zaman gerçek çocuğu görmelerini engelleyebilir. Başka bir deyişle ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişki biyolojik ve genetik olmakla kalmayıp, ruhsal alanı da kapsar; çocuk ebeveynin sadece biyolojik uzantısı değil aynı zamanda ruhsal yapısının da uzantısıdır. Çocuk, anne babanın bilinçdışı senaryolarında kendisine verilen rolü oynamakla yükümlüdür. Bu senaryolar ebeveynin narsistik ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olabileceği gibi, bir kaybın inkârına ya da doğrudan ebeveynin ödipal arzularının doyurulmasına hizmet edebilir. Sonuç olarak ebeveynin söylemindeki çocuk ile psikoloğun görüşmede gözlemlediği çocuk birbirinden tamamen farklı olabilir.
Ebeveynin ruhsallığı ile çocuğun ruhsallığı arasındaki sürekliliğin ve geçişliliğin en belirgin olduğu durumlar, çocuğun, ebeveynin ruhsal patolojisiyle baş etmek üzere semptom ürettiği durumlardır. Özellikle depresif annelerin çocuklarında gözlenen aşırı hareketlilik, annenin depresyonuna karşı başvurulan manik savunmaların sonucu olabilir.
Gerçeği Hissetmek Yerine Öldürmeyi Tercih Etmek
Kısa bir süre öncesine kadar seri katiller olgusu, genellikle psikiyatri uzmanları tarafından tartışılıyordu. Yetkililer, çocuk suçluların çocukluklarına çok az ilgi gösteriyor ve suçluları bazı insiyakları bozuk olarak doğmuş kişiler olarak görüyorlardı. Son birkaç yılda iyi yönde bir değişim oluyor gibi görünüyor ve olguyu anlamak için daha samimi bir ilgi gösteriliyor. 8 Haziran 2003 tarihinde Le Monde’da yayımlanan bir makalede, cani Patrice Alègre’in çocukluğu hakkında şaşırtıcı derecede ayrıntıya giriliyordu ve makalede ele alınan gerçekler, bu adamın ömür boyu mahkûm olmasına sebep olan suçları neden işlediğini açıkça ortaya koyuyordu. Böylesi dehşet verici cinayetlerin nasıl işlendiğini anlayabilmek için, ne karmaşık psikolojik kuramlara ne de bazı insanlar kötü doğar şeklindeki fazlasıyla basit varsayımlara gerek vardır. Asıl bilmemiz gereken, çocuğun içinde büyüdüğü aile ortamıdır. Ne var ki, böylesi anlayışlar nadirdir çünkü suçluların ebeveynlerine neredeyse hep aynı şekilde müsamaha gösterilir ve temize çıkarılırlar.
Devamını oku: Gerçeği Hissetmek Yerine Öldürmeyi Tercih Etmek
Rorschach'ı Neden Kullanıyorum?
Adım Stephen Finn, Amerika Birleşik Devletleri'nin Austin Texas kentindeki Terapötik Değerlendirme Merkezi'nde klinik psikoloğum. Rorschach'ı kırk yılı aşkın bir süre önce öğrendim ve kısmen Rorschach bana diğer testlerden veya sadece hastalarla konuşarak alamadığım bilgileri verdiğinden, danışanlarla yaptığım değerlendirme çalışmasının hâlâ çok önemli bir parçası. Psikolojide Rorschach hakkında bunu uzun yıllardır biliyoruz ancak son nörobiyolojik araştırmalar Rorschach'ın bu yönünün kısmen beynin duygularla, travmatik olaylarla ve anılarla yakından bağlantılı olan bölgelerine dokunmasından kaynaklandığını gösteriyor. Bu anılara diğer testler aracılığıyla ulaşmanın başka bir iyi yolu bu değil.
Aklıma gelen çarpıcı bir örnek: Birkaç yıl önce 35 yaşında bir kadın hakkında yaptığım bir değerlendirme. Kendisiyle yaklaşık 18 aydır çalışan terapisti tarafından bana yönlendirilen kişi. Hasta, terapisti görmeye gelmişti çünkü bir dizi romantik ilişkisi vardı ve erkeklerle tanışmıştı, ilişkilerinin başlangıcında onları gerçekten pembe gözlüklerle görmüş, onların gerçekten harika partnerler olduğunu düşünmüş ve sonra da birlikte olmuşlardı. Ondan çaldığı parayı dolandıran ve kalbini defalarca kıran gerçekten rahatsız veya narsist erkekler olabilir. Hasta ve terapist neyin yanlış gittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bu tür erkekleri seçmeye devam ettiğini ve ilişkinin erken dönemlerinde onların iyi bir partner olamayacaklarına dair işaretleri fark edemediğini. Bir araya getirdikleri şeylerden biri, bunun hastanın erken geçmişiyle bir ilgisi olabileceğiydi. 8 yaşındayken babası intihar etmişti. Babasına dair hâlâ oldukça idealleştirilmiş ve olumlu bir bakış açısına sahip olduğunu tahmin ediyorlardı çünkü onu bir yetişkin olarak gerçekten tanıma ve eksikliklerini görme şansına hiç sahip olmamıştı. Yetişkinliğini hiçbir zaman birlikte geçirmemişti ve bu onu çıktığı erkekler hakkında gerçekten gerçekçi bir görüşe sahip olmaktan alıkoyuyordu.