Filmde kültür-aile-birey bağlamında örgütlenmeyi incelemeye başladığımızda; kültürel düzeyde ilişkisel yönelimin toplulukçu, aile düzeyinde bakıldığında hiyerarşi boyutunun düşük, yakınlık boyutunun yüksek olduğu, birey düzeyinde ailevi benlik yapısı ile uyumlu ve ilişkisel tarzı bağımlılık yoluyla yakınlık ile süregelen yaşayıştan söz edebiliriz. Ana odak noktası olan Cengiz ve Melisa’nın ilişkisine baktığımızda; sınırları kesin olmayan (yapışık), duygusal bağlı, çatışmadan kaçınılan, kuralların pek olmadığı, kuşaklararası ayrımı reddeden bir biz-ben ilişkisidir.(1)

Film boyunca en çok dikkatimi çeken bu kısım, babanın kızıyla olan sembiyoz (ortakyaşamsal) ilişkisiydi. Bu yaşantının örnekleri ise şu sahnelerde oldukça yoğun olarak veriliyor: Cengiz’in Melisa’nın iç çamaşırı seçiminde ona yardımcı olması (doğru bedeni ve modeli Melisa’dan daha iyi bilecek kadar) ve Melisa’nın babasının arkadaşlık sitesine üye olurken ona yardımcı olması, Cengiz’in seksi olup olmadığını kızına sorması gibi. Bu sembiyoz ilişkinin ailesel dinamiklerini psikodinamik açıdan ele aldığımızda görüyoruz ki, Cengiz bu durumu şöyle aktarıyor: ”annemle hiçbir zaman anlaşamadık, o sürekli kontrol etmek, hâkim olmak ve beni manipüle etmek istedi”.

Buradan hareketle görüyoruz ki annesi gibi olmak istemeyen Cengiz’in tıpkı annesi gibi olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor (bastırılanın geri dönüşü). Temel sevgi nesnelerimizle yaşadığımız ilişkilerin niteliği bir prototip olarak ruhsallığımıza işleniyor ve daha sonraki süreçlerde kendi çocuğumuzla olan ilişkimizde de bu dinamiği devam ettiriyoruz. Bu ilişki dinamiğinden artık oldukça rahatsız olan Melisa ise babasının bu kontrol ve denetiminden kaçmak için Türkiye’ye taşınması, özerkliğini ele alması yolunda attığı önemli bir adım oluyor.

Sembiyoz ilişkideki yapışıklık nedeniyle duygunun babadan çocuğa geçişini sorgular nitelikteki şu cümle de oldukça dikkat çekicidir. “Eğer kendimi kötü hissediyorsam ve seni bir şekilde eleştiriyorsam sen kendini kötü hissediyor musun?”.

Ayrıca Cengiz’in Melisa’ya iyi bir baba olmadığına ve hiçbir zaman olamayacağına dair açıklamalarında Melisa bu durumu anlayışla karşılayarak şöyle der: “Annemden veya bu dünyada herkesten daha iyi baktın”. Çünkü bu yapışık ilişki, çatışmayı ortadan kaldırarak uyumun sağlanmasına hizmet eden (sevginin devamı için) bir dinamiğe sahiptir. Melisa’nın yeni bir erkek arkadaş edindiği süreçte, babasının bu sezmesi ve duygusallığını kullanarak kızından ona vakit ayırmasını beklemekte ve arkadaşlık sitesindeki kişilerle adeta kızını kıskandırmaya çalışıyor gibidir. Bu açıdan baktığımızda "duygusal ensest" örüntüde, Cengiz sanki duygusal açıdan kızını partneri yerine koymuştur.

Melisa’nın yönetmenlik mesleği nedeniyle elinden kamerayı düşürmemesi psikodinamik açıdan bende şu çağrışıma neden oldu: kamera aslında Melisa için bir geçiş nesnesi niteliği taşıyor. Nasıl ki küçük bir çocuk ayrılma ve bireyleşme sürecinde annesinden uzaklaşırken battaniyesini veya ayıcığını sürekli yanında bulunduruyorsa, Melisa da özerkliğini kazanmak için kamerasını elinden bırakmayarak yoluna devam ediyor gibidir. Bu yapışık ilişkide, 26 yaşında olan Melisa’nın babanın gözünde bir yetişkin değil de halen küçük bir kız çocuğu olarak görülmesi bu sembiyoz ilişkisini daha da güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Cengiz’in annesiyle olan ilişki dinamiğinde, annesinin onu küfür etmeyen-uslu örnek ideal çocuk modeliyle yetiştirme çabalarını görüyoruz. Annesini ziyarete gittiğinde spontan davranmak yerine “Dik dur, göbek içeri” mesajlarını vermesi de dikkate değerdir. Ayrıca annesinin Cengiz’in kız arkadaşlarını beğenmemesi, kıskanması da yine oğlu Cengiz’den ayrışamadığı gösteren önemli bir belirteç olarak karşımıza çıkıyor. Cengiz’in annesine olan öfkesi de yine fark edilmekte ve annesini ziyarete geldiğinde bir yabancı gibi davranmakta ve oldukça soğuk olduğunu görüyoruz. Buradan babaannenin kendi ailesiyle olan ilişkisine dair şu bilgilere de ulaşıyoruz; babaanne ebeveynleri tarafından ilgilenilmeyen narsisistik doyumdan uzak bırakılan bir çocukluk geçirmiş ve ebeveynlerini kendisini yetiştirmedikleri için suçlamaktadır. Bu durum Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kız romanında da şöyle açıklanıyor: “Babasız büyürsen âlemin bir merkezi ve sınırı olduğunu anlamaz, her şeyi yapabileceğini sanırsın… Ama bir süre sonra ne yapacağını bilmez, dünyada bir mana, bir merkez bulmaya çalışır, sana hayır diyecek birini aramaya başlarsın.”(2)

Ayrıca nesne ilişkileri açısından baktığımızda babasının “Kötü yetiştirildiğini mi düşünüyorsun?” sorusuna Hayır yanıtı verirken “İyi yetiştirildiğini mi düşünüyorsun?” sorusuna “Neyle kıyaslayacağımı bilmiyorum ki” yanıtı vermesi de diğer nesne ilişkilerinin gelişmediğini, kendisine "kucaklayıcı bir çevre" sunulmadığını (sanki evden dışarı çıkmayan bir çocuk imajı sergiliyor-çocukluğunu yaşamamış) ve yeterine iyi ebeveynlik yapılmadığını ima eder gibidir. Cengiz’in bahçedeki elmalardan birini Melisa olarak adlandırması ve sonra da o elmayı ısırarak yediği sahne, bana kızını içe alarak bireyselliğini yok ederek-yuttuğunu çağrıştırdı. Geleneksel doğu aile modeli açısından baktığımızda kültürel farklılıklara ve çatışmalara sık sık tanık oluyoruz: babaannenin televizyondaki dans eden kadınları eğlence kadınları olarak nitelemesi, Cengiz’in Melisa’nın annesiyle ancak 2 ayrı odada yatmalarına müsaade etmesi, Melisa’nın erkek arkadaşıyla yaşamak istemesi fikri üzerine “o zaman kızımız olmazsın, nikah olmadan resmen tanışmadan olmaz, ayıptır bizde ama erkek yapabilir erkek 100 kişiyle de yatıp kalkabilir ama bizde kadın olamaz cümleleri ataerkil sistemi gözler önüne seriyor. Babanın Melisa’nın erkek arkadaşıyla aynı masada alkol içmesi de yine kültürlerarası farklılıklara neden oluyor.

Ayrıca Finlandiya kültüründe aldatmanın çok yaygın bir halk sporu olması yine kültürel farklılık olarak karşımıza çıkıyor. Cengiz’in “anasız, babasız çocuklar ve onlardan güzel film yönetmenleri çıkar” sözü de Melisa’nın kamerasıyla bize bu durumdaki çocukların hayatı işte böyledir der gibi bir motivasyona sahip olduğunu düşündürtüyor.
Babaannenin Cengiz ve Melisa ile birlikte olduğu zamanlarda evde yapılan değişimlerinin onu oldukça gergin hale getirdiği görülüyor. Bu değişimler, babaannede kompulsif biriktirme bozukluğunun olabileceğine dair davranışların varlığına tanık olmamızı sağlıyor. Filmin sonundaki kuruyan elma ağacı ise şu psikodinamiğe gönderme yapıyor gibidir: Baba Cengiz kızını canlı tutmak-çiçek açması için elinden geleni yaptı ama bir şeyler yanlış yapıldı. İşte bu yanlış yapılan şeyin (sınırların ihlali) temeli, Cengiz’in kendi anne baba çocuk ilişkisinde yer alan sağlıksız ilişki ile atılmıştı. “Ölmeyen candan ümit kesilmez” açıklaması da mağdur olan üç kuşağın bundan sonra iyileşmesine yönelik içimize umut çiçeği aşılar gibidir.

Sonuç olarak bu filmle birlikte; psikotarihsel açıdan çocuk yetiştirme stillerinin günümüze kadar gelerek üç kuşağın ruhsallığına nasıl etki ettiğine tanık oluyoruz. Bu açıdan bakıldığında ebeveynlerimizin bizi sadece biyolojik olarak doğurmalarının yetersiz olduğu, psikolojik doğumun da gerçekleşmesinin gerekliliği bireyin kendi özerkliğini kazanmasında önemli bir adımdır.

Psikolog Ercan Taş
13.04.2020

KAYNAKLAR

  1. Fişek, G. O. (2018). İlişki İçinde Ben: Kültür, Aile, Bireyselleşme ve Psikanalitik Arayışlar. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
  2. Pamuk, Orhan (2016). Kırmızı Saçlı Kadın (s. 161). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.